Trabzon Çepnileri Yavuz Selim devrinde yazılmış Trabzon Sancağı Tahrir defterinde “1515-1516” Çepnilerin yoğun bir şekilde yaşadığı yer, “Vilâyet-i Çepni” (Çepni yöresi-Çepni yurdu) olarak gösterilmiştir. Faruk Sümer defterdeki yer adlarından hareket ederek bu bölgenin Giresun-Torul ve Görele arasındaki saha olduğunu ve bilhassa Kürtün’ün tamamen Çepniler’le meskûn olduğunu, Trabzon-Torul ve Şalpazarı, Vakfıkebir bölgesinde de Çepnilerin yaşadığını belirtiyor. Coğrafyacı Mehmet Âşık, yazdığı Menâzirul-Evâlim adlı eserde Çepnilerin yoğun olarak yaşadıkları Trabzon’un batı ve güneybatı yöresindeki dağlara Çepni Dağları denildiğini kaydediyor. Fetihten sonra bu bölgedeki dirliklerin tamamına yakını Çepni beylerine ve onların oğullarına verilmiştir. Beylerin bu nüfuzunun daha sonraki devirlerde de devam ettiği görülür XVI. yüzyılın başlarında ekserisi veya tamamı “muaf ve müsellem”, yani, Türk köylülerinden oluşan, savaş zamanında atı ve silahı ile savaşa katılan, buna karşılık her türlü vergiden muaf olarak toprağını ekip-biçen köylü atlı asker olan Trabzon Çepnilerinin daha sonra -Anadolu’nun pek çok yöresinde olduğu gibi- müsellemliklerine son verilip “raiyyet” yani vergi veren köylü durumuna düşürüldükleri görülmektedir. F.Sümer’e göre bunun sebebi “Devletin bu esnada (1515) geniş ölçüde askere ihtiyaç duymasıyla ilgilidir. Fakat bereket versin dirlikler yani tımar ve zeametler, eskiden olduğu gibi, Çepni bey aileleri ile onların hizmetlerinde bulunmuş sipahilerin ellerinde kalmıştır.”Bu değişim bunu takip eden ......ellerinde kalmıştır.”Bu değişim bunu takip eden yıllarda da devam etmiştir. Bu uygulamada, aynı dönemde Safevilerin Şeyh Cüneyd’le başlayan oğlu Haydar ve torunu İsmail ile devam eden, hatta uzantıları günümüze kadar gelen Anadolu üzerindeki emellerinin önemli payı olmalıdır. Anadolu üzerinde uygulanan devlet politikasının da rol oynadığını söylemek mümkündür. F. Kırzıoğlu’nun B.Kütükoğlu’undan naklettiği bilgilerden, bu yüzyılda Anadolu’da oynanan bu oyunu daha iyi anlayabiliyoruz: ”devri için bir nevi beşinci kol” diye çok yerinde tanıttığı, bu gibi Kızılbaşlık propagandaları için Mühimme kayıktlarına işaret ettiği gibi, çok mühim ikisinin de suretini vermiştir ve (27 Ekim 1577 tarihli I.ve II. Belge) Amasya’dan Musul’a ve Teke(Antalya)den Trabuzon’daki Çepni yurdu Kürtün’e değin Anadolu’yu saran bu gibi Safîli/ Kızılbaş dostluğu propagandası; Iran’a yapılan at, silâh ve mal kaçakçılığı ile Erdebil’e taşınan servetler korkunç sayılardaydı. XVIII. yüzyılda uğranılan büyük mağlubiyetler sonucunda devlet otoritesi son derecede zayıfladığı için yörelerin idaresi oraların yerlisi olan güçlü şahısların ellerine geçer. Devlet ilk önce “mütegallibe” ve “derebeyi” deyip bunları tanımamışsa da sonra ayan adını vererek varlıklarını kabul etmiştir. Böylece Türkiye’nin çok bölgelerinde olduğu gibi, Karadeniz kıyılarındaki şehir ve kalelerde de ayanlar ortaya çıktı. Bu ayanlardan, bazıları veya çoğu Çepnilerden idi. Batı’daki ayanlardan ve Tirebolu, Görele ve Vakfıkebir derebeyleri ile Trabzon’un doğu yörelerindeki derebeyleri arasında kesin ve sürekli mücadeleler vuku bulmuştur. Bu mücadeleler sonucu da kalabalık Çepni toplulukları Sürmene, Of ve Rize yörelerine yerleştiler. Bu yerleşmeler, yerleştikleri yörelerden başka yerlere kayda değer göçlerin yapılmasına sebep oldu. Geçen yüzyılda, Sürmene kazasının “sağ taraflarındaki” köylerde Çepniler oturuyor ve vakit vakit komşularını rahatsız ediyorlardı. Bu yüzyılda Of’un ileri gelenlerinin kendilerini Çepnilerden saydıkları bildiriliyor. Rize yöresindeki Kara Dere ile diğer üç nahiye Çepniler ile meskundur. Ünlü haydut Çepni Ali Rize Çepnilerinden olup en sonunda başına 300 kişi toplayarak Rus harbine katılmıştır. Şimdi dahi Rize yöresindeki köyleri ziyaret edenler Çepni adının hâlâ bu köylerde unutulmadığını görürler. Görülüyor ki, on sekizinci yüzyılda Trabzon’un batısındaki Çepniler’le, doğusundaki Lazlar arasında uzun süren kavgalar olmuş, l738’de Çeteci Abdullah Paşa’ nın Trabzon valisi olmasına kadar da bu kavgalar devam etmiştir. Çeteleri bastırmaktaki ustalığından ötürü kendisine “Çeteci” lakabı verilen Abdullah Paşa, Trabzon’a gelir gelmez Laz-Çepni meselesine el koymuş ve kısa sürede taraflar arasındaki çatışmayı sona erdirmiştir. Bugüne kadar yapılan araştırmalarda Çepniler’le ilgili benzer olayları konu alan bir çok vesikaya rastlanmıştır. Bunların biri de, Görele’deki Çepnilerin yerlerini bırakıp kara ve deniz yollarını kullanarak Trabzon-Giresun arasındaki bölgede halkın malına ve canına zarar verdikleri belirtildikten sonra, bunların tekrar eski yerlerine gönderilmelerini, bu tür davranışlarına son verdirilmesini suçluların da cezalandırılmasını emreden 1145 (1732) tarihli fermandır. Görele’deki bu Çepniler 1732’de Espiye madeni civarında yerleştiler ve sonra tekrar eski yerlerine döndürüldüler. Sayıları çok olmasa da, Cumhuriyet döneminde yapılan bazı çalışmalarda da konumuzla ilgili bilgilere rastlanılmıştır. Bunların birincisi araştırma alanımızdaki köy sayısıyla ilgilidir. Vakfıkebir’de (Trabzon) yirmi dokuz köy Çepni vardır. Çepnilerin işgal ettiği mıntıka Akhisar Deresinden başlar ve garba doğru uzanır. İkincisi, 1978-1979 yıllarında Brent Brendemoen’in Trabzon ağızları üzerine yaptığı çalışmadan elde edilmiştir. Brendemeon, bizim de araştırma yaptığımız bu sahaya gitmiş ve Sayvançatak köyünden Tepegöz hikâyesinin bir varyantını derlemiştir. Brendemeon’un “Batı Anadolu’da yaşayan az sayıda ve dağılmış vaziyette bulunan Çepnilerin ağız özellikleri ve folklor yönünden diğer yöre halkı ile kaynaşmış görünmekte iken, Doğu Karadeniz bölgesinde, özellikle Trabzon’un Vakfıkebir ilçesinin Şalpazarı yöresinde oturan Çepnilerin hem ağız hem folklor itibarı ile komşularından dikkat çekici büyük farklılıklar korumaktadırlar” şeklindeki tespitine katılmamak mümkün değildir. Ama aynı yazarın “Dil verilerimizin, Çepnilerin Trabzon yöresinin Türkleştirilmesinde önemli bir rol oynadıkları yolundaki iddiayı destekleyeceğini söylemek doğru olmaz. Çepni ağzı ile diğer Trabzon ağızları arasındaki farklılıkların benzerliklerden çok olması, tam aksine bu iddiayı çürütür” şeklindeki kanaatine katılmak ise mümkün değildir. Aslında ağızların farklılığı konusundaki tespit doğrudur. Yörenin diğer yörelerle gösterdiği ağız farkları hemen herkesin anlayabileceği kadar belirgindir. Ama bu veri tek başına “Çepnilerin bu bölgedeki Türkleştirme hareketinde önemli rol oynadıkları” şeklindeki görüşü çürütemez. Osmanlıların bu bölgeyi fetihlerinden sonra Anadolu’nun çeşitli yerlerinden Trabzon havalisine değişik Türk boylarının gönderilmiş ve iskân edilmiş olmalarıdır. Aynı veya birbirine yakın yerlere yerleştirilen bu boyların zamanla birbirleriyle kaynaştıklarını düşünmek mümkündür. Ama onlardan çok önce bu bölgeye gelip yerleşmiş, kendilerine has bir yaşama şekli olan Çepnilerin hem bu özellikleri hem de coğrafi ve idari yapı sebebiyle yeni gelenlerle pek fazla bir alışverişleri olduğu söylenemez. Ayrıca, buraya gelenlerin de değişik Türk boylarından oldukları unutulmamalıdır. Çepni ağzının bütün bölgeye hakim olması ancak Çepnilerin diğer Türk boylarından çok üstün olmaları ve onlarla birlikte yaşamalarıyla mümkün olabilirdi. Halbuki kaynaklardan elde ettiğimiz bilgiler ve bizim tespitlerimiz, Çepnilerin cesur, savaşçı ve geleneklerine sıkı sıkıya bağlı bir topluluk olduğunu gösteriyor. Bunlara son derece engebeli olan coğrafi yapının ve çalışma şartlarının bu tür ilişkileri engelleyici özelliklerini de eklersek Çepnilerin neden diğer boyları etkileyemediğini anlayabiliriz. Dikkat edilmesi gereken bir başka husus da etkileşmenin iki yanlı olacağıdır. Eğer bugün -hiç değilse bazı bölgelerde - bozulmamış ya da az bozulmuş bir Çepni kültürü bulabiliyorsak bunu yukarıda sayılan şartlara borçluyuz. Nitekim Çepnilerin, daha sonra yerleştikleri Trabzon’un doğu tarafında Araklı, Sürmene, Of, Rize gibi yerlerde homojen bir Çepni nüfusuna ve saf bir Çepni kültürüne rastlamamız mümkün değildir. Bu bölgelerde Çepniler diğer Türk boylarıyla kaynaşmışlardır. Belki bu iddiayı şu şekilde düzeltmek daha doğru olacaktır: Doğu Karadeniz bölgesinin Türkleşmesinde Çepniler çok önemli rol oynamışlardır. Ama kendileri gibi Türk olan diğer boyları Çepnileştirememişlerdir. Aksini düşünmek Türkü Türkleştirmek demek olur ki, bu da geçerli bir görüş olamaz. Doğu Karadeniz bölgesiyle ilgili resmi kayıtlar XVI. yüzyıldan itibaren tutulmaya başlanmıştır. Bu kayıtların büyük bir kısmı henüz incelenmediği için konumuz olan Çepniler hakkında da, çok detaylı ve yeterli tarihi bilgiye sahip olmak mümkün olamamıştır. Ancak, mühimmeler, hatt-ı humayunlar, kadı sicilleri, tahrir defterleri ve diğer arşiv vesikaları incelendikçe Çepnilerle ilgili daha doyurucu bilgilere sahip olacağımız muhakkaktır. Sonuç olarak, bütün bu bilgilerden, Çepni boyunun Anadolu’ya gelen ilk Türk boyu olduğu, Çepnilerin Anadolu’nun Türkleşmesine çok büyük katkılarda bulundukları, hatta Safevî Devleti’nin kuruluşunda önemli rol oynadıkları anlaşılmaktadır. Batı Anadolu’da İzmir, İzmit, Adapazarı ve Balıkesir’e gitmelerine rağmen en yoğun olarak yerleştikleri, yaklaşık 700 yıldan beri varlıklarını devam ettirdikleri ve kültür mirasını en iyi muhafaza ettikleri bölge Doğu Karadeniz bölgesi, bu bölgede de Asar/ Ağasar/ Akhisar yöresi olmuştur. Bugün, Doğu Karadeniz bölgesine coğrafi olmayan ikinci bir isim verilmesi gereksiydi, eskiden “Çepni Vilayeti” denilen bölgenin sınırlarını Ordu’dan Batum’a kadar genişletip bu bölgeye “Çepni Yurdu” veya “Çepni Bölgesi” demek doğru olurdu.